BENİ ÇOK SEVMİŞTİN FÜSUN
Beni Çok Sevmiştin Füsun
Hani insan yakın bir arkadaşı, samimi olmadığı başka bir arkadaşıyla kavga edince kendini arkadaşına her zamankinden daha yakın hisseder ya işte ben de kendimi sana öyle yakın hissettim. Seninle olan münasebetimin nedeni seni sevmemin aksine herkesten nefret etmem. Biliyorum, bana kızacaksın ama sana söylemiştim; asıl mesele olanlar ya da olmayanlar değil, asıl mesele olanların içindeki olmayanlar. “Anlat,” demiştin. Sen hayatı yalnızlıkla yoğrulmuş, tek dostu hatırındaki düşünceler olan bir erkeğe, bir kadının tecessüsle yaklaşıp ona sorular sorarak onun ruhunun en derinliklerindeki karanlıkta kalmış şirinlikleri, mesela yıllardır kimsenin farkına varamadığı yüzündeki gamzeyi gülümseyerek fark etmesinin erkekte yarattığı heyecanı bilir misin? Oysa ben aşkların birinci, dostlukların üçüncü kişisiydim, nasıl bu hale geldim! “Ben dinlerim,” demiştin. “ Olanların içindeki olmayanlar, Füsun: baban var, baba değil; annen var, anne değil; dostun var, dost değil; eşin var, eş değil; işin var, iş değil; okulun var, okul değil; hayatın var, hayat değil...
Bir hafta önce aldığın sade bir nesnenin yıllardır yaşadığın bir insandan daha fazla sana ait olduğunu hissettiğin oldu mu? Ya da kendi tercihlerin sonucunda geldiğini söyledikleri ve ömrünün büyük bir bölümünü geçirmek zorunda olduğun yeri, geçerken uğradığını, birkaç kez gülüştükten sonra sigaranı söndürüp elini sallayarak terk edeceğini sandığın oldu mu? Düştüğün ama yere çakılmadığın, belli belirsiz bir surete karşı yumruklarını salladığın ama bir türlü isabet ettiremediğin rüyalardaki gibi hiçbir şeyi tam olarak iradenle yapamamana sebep olan arketiplerini fark ettiğin; safsataları, palavraları, dogmaları zihnine sokan yüzlerce sureti hatırladığın solgun sabahlar oldu mu? Ya da bundan çok daha farklı bir sabahta kahvaltıyı mutfakta mı yoksa oturma odasında televizyon izlerken mi, yapman gerektiği ikilemini yaşadığın?
Keçeleşmiş saçlarım, soluk benizim, sivri burnum, kifozlu belim, kavruk bedenim, dokularım, hücrelerim, hatta en ufak zerrelerim bu saçma doğaya ait değil sanki, Füsun. Ben bu saçma doğayı yansıtan cilalı, gıcır bir aynada değil; soluk, kirli bir dükkan camında güzel görünüyorum. Bedenim parıltıya değil, solgunluğa ait; tıpkı ruhum gibi. Bıraksan beni; solgun dükkan camlarında kendime baka baka yürüsem, ayçiçek tarlasının ortasında karakepire yakın ayak basıp sigara tüttürsem, yeni dökülmüş asfaltı koklaya koklaya ilerlesem, debdebeli binaların arasında kendimi kaybetsem, henüz değişmiş kaldırım taşlarının üzerine oturup sigaramı söndürsem ve usul usul yağan yağmurun kepire, asfalta, kaldırım taşlarına düşüşünü izlesem.
Kızma bana. Bilim insanlarının ölümsüzlüğü kanser hücrelerinde aramaları gibi ben de hayatı yalnızlıkta arıyorum. Oysa sen, beni bu yalnızlıktan çekip çıkartmaya, beni boğan toprağı ellerinle eşmeye, kendimle aramdaki mesafeyi azaltmaya çalışıyorsun. Belki de tüm bu yaptıklarının beni oldukça mutlu ettiğini zannediyorsun. Herhalde bunun sebebi de senden önce yalnızlığa öylesine alışmış olan bendenizin, seni görünce lunaparkta oyuncaklara saldıran çocuklar gibi davranması. Sen de tabii olarak bu çocuğu sarıp sarmalamak, sahiplenmek istiyorsun. Ama Füsun, ben babanın karşısında damat ciddiyetiyle oturup çekyatın deri parçalarına tırnaklarını batıracak o şaşkın çocuk değilim. Ben telaşın cilvesine kendini kaptırıp kendini unutan, yıllar sonra o unuttuğu kendiyle karşılaşınca, “Hayat işte!” diyen o çocuk da değilim. Ben aşkın meşakkatli yollarından geçip tabii hallerini yaşayamayan, araya mesafe koyan yollardan geçip uçsuz bucaksız bir tepeye tırmanan, bu tepede kollarını iki yana gerip kendi etrafında amaçsızca dönen, Mecnun'dan füzun aşıklık istidadı olan o meczup çocuğum.
2012 İlkyazı

Yorumlar
Yorum Gönder