Bir "Stalker" Öyküsü
Bir "Stalker" Öyküsü
Eskiden azaltırdı yollar mesafeleri, şimdi ise mesafe koyuyor araya yollar.
Çaresizlikten yaratılmış insanoğlunun ömrü boyunca hissettiği suçluluk duygusunun
sebebi, şüphesiz hayatı yaşamak zorunda oluşudur. Evrenin olağan teşekkülünden itibaren
ortaya çıkan bir çaresizlik yahut insanın özünde olan bir çaresizlik. Bu çaresizlik içinde yaşama zorunluluğu her iyiliği, her kötülüğü tatma, her insan gibi olma zorunluluğu... Tüm bunlar, yani bırakıp gidememek, intihar edememek, yaşamak zorunda oluş, sanki özüme bir ihanet, ona karşı işlediğim bir suç. Nedir benim bu hale düşmenin sebebi, özgürlük mü?
Hatırla! Herkes gibi olmayan, o gizemli nehrin içine girip tüm geçmişini unutmayan,
arzularının kölesi olmayan o özgür kahramanı hatırla!
Hiçliğin ortasında dönen rayların üzerinde bir drezin ile yol alıyorsun. Drezinin paslı,
siyah, tahterevalli şeklindeki kolundan gelen “ Tak, tak!” sesleri hiçlikte tuhaf şekilde
aksediyor, zihninde zuhur eden acıyı daha da alevlendiriyor. Sımsıkı tuttuğun kolu istemsizce
aşağı yukarı hareket ettiriyorsun. Ayak ucunda bir kitap duruyor ve bu kitapta, salt kolu aşağı
yukarı hareket ettirmen gerektiği yazıyor. Kolu aşağı indirdikçe, yukarı kaldırdıkça sanki aynı
yerlerden geçiyor, aynı nesnelerle karşılaşıyorsun: Üzerlerine şekiller çizilmiş, bilmediğin
alfabelerle yazılar yazılmış mezar taşları, ığıl ığıl akan dereler, sislerin içinde kaybolmuş yalnızca tepeleri gözüken ağaçlar, insan gölgeleri, göğü delen binalar, kayrak taşlar, yabani hayvanlar... Farklı mekanlara, farklı zamanlara ait insanları, nesneleri bir arada görüyorsun. Drezin ilerledikçe bir çemberin etrafında dönüp duruyorsun. Kol gittikçe ağırlaşıyor, artık gücün kalmıyor, parmaklarından kan gelmeye başlıyor. Kitabın üzerine damlayan kan damlaları kitapta hiç iz bırakmıyor. Sesler daha şiddetli yankı yapıyor, kan daha şiddetli akıyor. Bir anda kendini yere, kitabın yanına atıyorsun. Solukların yavaşlayınca kararttığın gözlerini usul usul açıyorsun, kitaptaki yazıya odaklanmaya çalışıyorsun. Kolun yukarı gidişi, kendi kendine hareket edişi yazıyı okumanı geciktiriyor. Kolun üzerinde kanından zerre kalmadığını görüyorsun. Senin gücünden artakalanla kolun hareket ettiğini, birazdan yavaşlayarak duracağını sanıyorsun ama kol ne yavaşlıyor ne de duruyor. Tekrar kitaba bakıyorsun ve cümleyi okuyorsun: Kolu aşağı yukarı hareket ettir. Kitabı eline alıyorsun, diğer sayfalara bakıyorsun; istisnasız her sayfada aynı cümle yazıyor: Kolu aşağı yukarı hareket ettir. Kızıyorsun, çılgına dönüyorsun. Havanın kasveti, rüzgârın serinliği ruhunu boğuyor. Kitabı iki elinle sıkıca kavrayıp aşağıya, hiçliğin ortasına atıyorsun. Kitabı atar atmaz hava daha da kararıyor. Nereden geldiğini anlamadığın rengarenk hareler başının etrafında dönüyor, rüzgâr daha sert esiyor, dereler taşıyor, drezinden çıkan “ Tak, tak!” sesleri kayboluyor. Hareler havanın karanlığına karışırken bir anda gökten gelen bir kitap hemen önüne düşüyor. Kitabı incelediğinde biraz önce attığın kitabın tıpatıp aynısı olduğunu görüyorsun. Diğer kitapta olduğu gibi bu kitabın da her sayfasında aynı cümle yazıyor: Kolu aşağı yukarı hareket ettir. Derin bir nefes alıyor ve ayağa kalkıyorsun. Belin tutulmuş, ayakların uyuşmuş. Buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalışıyorsun fakat hatırında en ufak bir ize dahi rastlamıyorsun. Kitapta, doğada bulamadığın ipucunu bedeninde aramaya çalışıyorsun. Avuçlarına, bileklerine, kollarına, gövdene, ayaklarına bakıyor, bakıyor ve yine bakıyorsun fakat hiçbir şey bulamıyorsun. Drezinin üzerine sırt üstü uzanıp ayaklarını kitabın üzerine koyuyorsun. “ Tak, tak!” sesleri kafanın içinde sağa sola sökün ediyor. Alt dudağını işaret ile baş parmağının arasına alıyorsun, öne doğru uzattıkça uzatıyorsun. Pembeliğin arasında geçmişe dair en ufak bir belirtiye rastlamıyor fakat hâlâ uzatmaya devam ediyorsun. Kolun titriyor, dudağın titriyor. Sesler kafanın içinde sağa sola sökün etmeye devam ediyor. Dudağından gelen kan dişlerine, burnuna, gözlerine doğru yayılıyor. Dudağını bir anda bırakıyorsun ve hışımla ayağa kalkıyorsun. Drezinin ucuna doğru yürüyor, kollarını iki yana geriyorsun. Drezin hızlandıkça hızlanıyor. Rüzgâr sanki alev alıyor ve aciz bedenini öne doğru büküyor. Bükülüyorsun, bükülüyorsun... Gözlerini kapatıp kendini hiçliğin ortasına bırakıyorsun. “ Tak, tak! “ sesleri azalıyor, azalıyor, azalıyor. Sonra yine aynı sesler artıyor, artıyor ve yine artıyor. Kendini başka bir drezinin üzerinde buluyorsun. Drezinin paslı, siyah, tahterevalli şeklindeki kolunu sıkıca kavramışsın ve aşağı yukarı hareket ettiriyorsun. Ayak ucunda yine aynı kitap duruyor, kitapta yine aynı cümle yazıyor: Kolu aşağı yukarı hareket ettir.
Peki ya yüzbinlerce yıldır çaresizliğini yenemeyen insanoğlu bir gün bu çaresizliğini
yenerse?.. İşte o zaman, hepiniz, müteselsilen ve müştereken sorumlu olursunuz!


Yorumlar
Yorum Gönder