Orospu Serkan Tripodumu Çaldı

 Orospu Serkan Tripodumu Çaldı


    Sene 2016. Uzun boylu, tatlı yüzlü Boşnak arkadaşım Kerem ile Esenler Otogarı'nın rutubetli, ürkütücü, sidik kokulu bodrumunda kısa film için araştırma yapıyoruz. Son sahneyi bu ürkütücü mekanda çekeceğiz. Kerem "Bir fotoğrafımı çeker misin?" diyor. "Çekerim abi" diyorum. O da benimkini çekiyor. "Becerebilecek miyiz abi?" diyorum. "Amına bile koruz" diyor. Kerem Boşnak ama tıpkı bir Türk gibi küfür ediyor. Ne de olsa o bir Bayrampaşalı.
 Çekeceğimiz kısa filmin adı "Amor Fati". Kerem'e filmin senaryosunu anlattığımda oldukça hoşuna gidiyor. Kerem'in hoşuna gitmesi beni daha da gaza getiriyor. Film "Amor Fati" isimli bir kitabı okuyan daha sonra bu kitabın ana karakteri ile konuşan en sonunda ise kitabın yazarı olduğunu anladığımız Selim isimli birini anlatıyor.
    Filmi çekmemiz için ekipmana ihtiyacımız var. Bende ve  Kerem'de birer kıytırık kamera var ama bize daha büyük bir şey lazım.( Bunları sinema okurken ilk sene almışız. Deli gibi İstanbul' u dolaşıyor, bol bol sigara içiyor ve fotoğraf çekiyoruz.)  Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi' ne başvuruyorum ekipman desteği için. Senaryomu beğeniyorlar. Senaryomun beğenilmesi beni ve Kerem' i daha da gaza getiriyor.
    Filmde kullanılacak kitabı  bastırmak için Cağaloğlu'na gidiyorum. Masraf olmasın diye evdeki "Dönüşüm" kitabının kapağını yırtıyor ve Cağaloğlu'nda Selim'in yazdığı "Amor Fati" isimli kitabın kapağını bu yırtık "Dönüşüm" e cilt yaptırıyorum. Filmin son sahnesinde kullanılacak gazete haberini ise bilgisayarda düzenliyor ve Topkapı Matbaacılar Sitesi"nde beyaz, büyük bir kağıda bastırıyorum. ( Son sahnede gazetenin üzerinde Selim' in romanı ile aldığı ödülün haberi var. Bu haberin olduğu gazete sayfası Selim' in babasının cesedinin üzerine örtülü.) Son olarak ise ekibi tamamlamaya çalışıyoruz. Her zamanki gibi ilk olarak iri yarı, kıllı, Çerkez arkadaşımız Anıl'ı arıyoruz. Anıl işinin olduğunu, gelemeyeceğini söylüyor. Kerem'le birlikte "Ercan'ın işi olsa koşa koşa gidersin ibne" diyoruz Anıl'a. Başkalarını da arıyoruz fakat kimseden ses çıkmıyor. Yalnızca Kerem ile ikimiz varız. "Yapabilecek miyiz abi?" diyorum. "Amına bile koruz." diyor, Kerem. "Kuleshov Effect" gibi ne dersem "Amına bile koruz." diyor, Kerem. Ben ise "Kuleshov Effect"teki adam gibi bazen mutlu bazen hüzünlü oluyorum.
    Ekipmanları almaya Boğaziçi' ne gidiyoruz. Kampüsün içindeki yol oldukça uzun. İçeri giriyor, görevli kadın ve adam ile konuşuyor, ekipmanları alıp çıkıyoruz. Beş kuruş vermeden yalnızca bir imza ile bize on binlerce liralık ekipman veriyorlar. Oldukça şaşırıyoruz. Adam " Taksi çağırayım size." diyor. Adam bilmiyor ki cebimizde yalnızca üç, beş lira var. Kerem ile göz göze geliyoruz. Bu sefer Kerem de benim gibi "Kuleshov Effect"teki adam gibi oluyor. Taksiyi beklerken Kerem fotoğrafımı çekiyor. Bir yandan da adam bizi izliyor mu diye bakıyoruz. Taksi geliyor, ekipmanları yüklüyoruz. Ben bir cesaretle "Bayrampaşa'ya çok yazar mı?" diyorum. " Yazar." diyor, adam. Adam da pek istekli değil gibi. "Sizi kapıya kadar bırakayım, metroyla gidersiniz." diyor. Havalara uçuyoruz.

    "İzin almalıyız abi" diyorum. "Sikicem iznini" diyor, Kerem. Aslında Kerem haklı ama kamera ve diğer ekipmanlara birisi bir şey yapar diye korkuyorum. En nihayetinde Kerem'i kandırıyorum ve Otogar'a izin almaya gidiyoruz. Sürekli birisi bizi başkasına yönlendiriyor. Yaşlı bir adam "Haber çekeceğiz deyin izin verirler" diyor ama onu dinlemiyoruz. Öyle çok kapıdan geçiyoruz ki kendi başımıza geri dönmeye çalışsak yolu bulamayacağız. Kerem bana "Sikmeseler bari" der gibi bakıyor, bense Kerem'e "Sikerler Kamil hepimizi sikerler" der gibi. Sonunda büyük bir  kapıdan geçiyor ve takım elbiseli, kallavi bir adamın karşısına çıkıyoruz. Bizi bir masaya oturtuyorlar. "Ne içersiniz" diye soruyor adam. Bizim ödümüz bokumuz ile derin bir münasebet yaşıyor, içecek şey mi düşünelim. Adam lafı uzatmadan konuya giriyor. Öncelikle filmin konusunu soruyor. Kerem puştu bana öyle bir bakıyor ki sanki ben Tarkovski'yim amına koyim. Filmin ismini bile söylesem adamlar bizi sikebilir. Bu yüzden lafı geçiştiriyorum. Adam bir sigara yakıyor ve  "Silah var mı filmde?" diye soruyor. Silahlar bu adamların hoşuna gider sonuçta. " Var abi" diyorum. ( ki gerçekten var) Adam sigarasından bir fırt alıyor, derin derin bana bakıyor ve "Otogar'ın zaten adı çıkmış" diyor. Silahı filmden çıkarsak olmaz, filmi Otogar'da çekmesek olmaz. Birkaç deneme yapıyoruz ama adam yemiyor. Bir çıkar yol varmış gibi adam gözlerimize bakıyor. Biz susuyoruz. Sonra adam bir anda bombayı patlatıyor: "İki bin dolar artı KDV." ("KDV'de istiyor pezevenk" diyoruz Kerem'le Otogar' dan çıktıktan sonra.)  Kerem bana bakıyor, ben Kerem'e. Adam sigarasını içmeye devam ediyor. Sanki o an bir güç ikimizi havaya kaldırıp odanın tavanına çakıyor. Ben Küçük Emrah gibi kafamı sola döndürüp " Abi biz bu filmi iki yüz liraya çekiyoruz." diyorum. Adam herhalde Otogar' ın "adı çıkmasın" diye o an ırzımıza geçmiyor.
    Filmi çekmeye kararlıyız. Bizim evde ben oynayacağım, Kerem de çekecek. Birkaç deneme yapıyoruz. Işıkları tavana vurduruyoruz, lensi ayarlıyoruz, ben salak salak kitabı okuyorum falan ama olmuyor. En nihayetinde Kerem'le kırmızı kafa ışıkların altında göz göze gelip "Siktir edelim mi abi? diyoruz birbirimize ve öyle de yapıyoruz.
    Ramazan Bayramı araya gireceği için ekipmanlar daha uzun süre bende. Kerem evine dönüyor. Ben de uzun süre kameralarla, ışıklarla evcilik oynuyorum. Bir gün Anıl'dan telefon geliyor. Zorlu Center'deki Hacı Abdullah' da iftar yemeği varmış ve fotoğraf çekimine gitmesi gereken kişinin işi çıkmış. "O kamera hala sende mi?" diyor Anıl. "Bende" diyorum. İşten bahsediyor, bir saat kaldığını yetişip yetişemeyeceğimi soruyor. Hemen çıkıyorum evden. Çok az bir süre kala giriyorum Hacı Abdullah'a. Oradaki görevli bana sitem ediyor, patronu gösteriyor, en çok onun fotoğrafını çekmemi söylüyor. O akşamki iftar hayatımda gördüğüm en lüks iftar. Patronun yanına doğru yürüyor ve kamerayı ona doğrultuyorum. Adam herkesle el sıkışıyor. Patronun yanındaki adam bana tip tip bakıyor. Ben de ona bakıyorum. Kamerada bir terslik var, her yer karanlık gözüküyor. Kapatıp açıyorum, lensi çeviriyorum fakat olmuyor. Adam hala bakmaya devam ediyor. En sonunda lensin kapağını çıkarmadığımı fark ediyor ve kıpkırmızı bir şekilde fotoğrafları çekmeye başlıyorum.
    Anıl sayesinde bayağı bir para kazanıyorum. Film çekme arzum depreşiyor yine. Evde tek başıma çekeceğim bu sefer filmi. Filmin adı "Kafkaesque". Kerem'i arıyor ve montaj yapıp yapamayacağını soruyorum. "Amına bile korum" diyor." Kamera ile bayağı bir fotoğraf çektim, adamlar anlar mı Kerem?" diyorum. " Anlamazlar." diyor. "Benimle gelir misin Boğaziçi'ne ekipmanları verirken?" diyorum. "Gelirim abi" diyor.
    Kakfaesque' yi çekiyorum. Evde kilitli kalan yalnız bir genci anlatıyor. Anahtar hiç bir yerde yok. Genç evden çıkamıyor ve diafondan saçma sapan sesler duyuyor: Trump'ın sesi, iphone reklamı vb. En sonunda diafondan çocuk zili çalıyor ve film bitiyor. En sonda Yönetmen ve senarist: Serkan Güzel, görüntü yönetmeni ve kurgu : Kerem Sancaktar yazıyor. Muradımıza eriyoruz.
    Kerem ile ekipmanları bırakıyoruz. Ben çekimden kazandığım parayı karı kızla çatır çatır yiyorum. Üstüne bir de Kerem'in film için getirdiği tripodu satıp yiyorum. Çektiğimiz kısa filmi de başka bir arkadaş mezuniyet projesi olarak kullanıyor ve doksan alarak mezun oluyor.
    


Yorumlar

Popüler Yayınlar