SANA KARANFİL GETİRDİM İSTANBUL
SANA KARANFİL GETİRDİM İSTANBUL
Elimde bir karanfille dolaştım gün boyu. İnsan ne yapar ki karanfili? Benim katılmam gereken bir tören mi var, sevdiğim mi, yoksa cenazem mi? Madem öyle neden aldım ki bu karanfili elime?
Vapurla Üsküdar'a geçtim. Üsküdar her zamanki gibiydi: Telaşlı desen değil, sakin desen değil, güzel desen pek değil... Güzel bir yere gitmeden evvel "geçilecek bir yer"di Üsküdar benim için. Hâlâ da öyle.
Üsküdar'dan geçtikten sonra soluğu feribotta aldım. İnsanları, arabaları ve içinde insanların oturduğu arabaları taşıyan bu araç hep tuhafıma gitmiştir. Hele bir de feribot boşsa ve arabaların beklemesi gereken o geniş alanda bir başıma yürüyorsam kendimi demirden bir halının üzerinde okyanusları aşarken bulurum.
Sirkeci'de inmek insana mutluluk vermez. Nasıl versin ki? Bir ucun Eminönü, bir ucun Sarayburnu! Oysa Taksim'de inmek öyle mi? Taksim'de inmek dünyanın en güzel mutluluklarından biridir. İner inmez bilirsin nereden yürüyeceğini, bir anda kaptırıp gidersin kendini. Taksim'de yürümek bir genç kızın peşine takılıp gitmek gibidir.
Sirkeci'de inip Galata Köprüsü'ne yürüdüm. Köprünün alt kısmındaki enine müstatil çıkıntıda uzun süre denizi izledim. Arkamdan biri seslendi. Bu sesleniş yıllar önceden gelen bir seslenişti.
"Fotoğrafını çekebilir miyim?" dedi.
"Çekebilirsin" dedim.
O zamanlar lise sondaydım. Elimde karanfil yoktu ama yine yalnızdım, yine İstanbul'u dolaşıyordum ve yine düşünceliydim.
Kim olduğumu, hangi okulda okuduğumu, ne okumak istediğimi, nelerden hoşlandığımı sordu. O kadar güzeldi ki her sorusuna içtenlikle cevap veriyordum. Buna oldukça alışmış olacak ki bir sorunun cevabını beklemeden diğerini soruyordu bile. Keşke o gün elimde karanfil olsaydı ve ona verseydim. Kim bilir belki de karanfilleri çok seviyordu.
"Çok güzel değil mi?"
"Ne?"
"İstanbul diyorum. Çok güzel değil mi?"
"Evet, çok güzel."
Fotoğraftan, sinemadan, tiyatrodan konuştuk. Devlet konservatuarında tiyatro okuduğunu söyledi. Ben de filmci olmak istediğimi, sanattan oldukça hoşlandığımı, bunu para için değil sadece öyle hissettiğim için yapmak istediğimi söyledim. Hayatımda ilk kez bunu birine itiraf etmiştim. Oğluyla gurur duyan bir anne gibi bakmıştı bana. Alay etmiyor, dalga geçmiyor, gözlerinin içindeki parıltıyla sanki bana yeni bir hayat veriyordu. O an ona sarılmak, o fotoğraf karesinin içine onu da sokmak, kafamdaki tüm güzel hikayeleri ona anlatmak, ona binlerce şiir yazmak, saçlarının içinde gözlerimi yummak, kokusunu içime çekmek istedim.
Bir şey demedi. Hani kızlar kendilerinden hoşlanıldığını anlayınca susar ya o da öyle sustu. Suskunluğunu İstanbul'la paylaştı. Birazcık da gülümsedi.
Arkama döndüm. Turistler fotoğraflarını çekmemi istedi. Kabul ettim. Turistler gittikten sonra karanfili denize fırlattım...
Aşk nedir ki? Bir insan kaç kez aşık olur hayatında? Belki de aşk derin bir uykunun içinde gördüğümüz kısa, tatlı rüyalardan ibarettir.
2012- Karaköy
2016- Kadıköy


Yorumlar
Yorum Gönder