MATTEO'M CARATİ'M

 

    Crewdson'un “Alacakaranlık”ını andıran yağmurlu bir yaz gecesinde İstanbul’un gizemli muhitlerinde yalnız başıma saatlerce dolandım. Havanın sıcaklığını düşüremeyen yağmur sanki bu gecenin unutulmaz olması için çabalıyordu. Sokak lambasına yaslanıp uzaklarda patlayan rengârenk havai fişekleri izlerken “La meglio gioventu” filmini hatırladım. Giorgia'yı, Matteo'yu, Matteo’nun çıkamadığı yolculuğu, onun yılbaşı gecesi balkondan atlayışını, benim de bir gün muhakkak onun gibi kendimi öldüreceğimi ama yine onun gibi muhakkak bunu yapmadan evvel birçok saçmalığa bulaşacağımı düşündüm.

    “Matteo’nun Giorgia’ya karşı hissettiklerini anlayabiliyorum. Ben de uzun yıllardır uğrunda yaşayabileceğim çaresiz birini arıyorum. Sanki çaresizliğimi başka birinde bulup onun sayesinde hayata tutunmaya çalışıyorum. Belki de bu yüzden aciz insanlara, yaralı hayvanlara, soluk bitkilere tuhaf bir şekilde ilgi duyuyorum.

    Onun gibi her şeyden, herkesten kaçıp gitmek, yalnızca bana verilen emirlere itaat etmek istiyorum bazen. Kendi hayatımı değil sanki zahiri bir "ben"in hayatını yaşamak istiyorum... Kendim olamadan bu hayatı yaşayacaksam eğer eylemlerimi de günahlarımı da kendim olamayan o zahiri kişi teşkil etmeli. Ve siz gerçek beni değil o zahiri kişiyi tanımalı, onu yargılamalı, onun sahte şahsiyetine acımalısınız. 

    Büyük yazar Matteo ve benim için "Hasta, öfkeli ve çekilmez bir adamsınız." diyor. Filmin hoş kadın oyuncusu ise sanki ikimiz için "Kitapları çok seviyorsunuz çünkü onları istediğiniz zaman kapatabiliyorsunuz," diyor. "Ama hayat öyle değil." Biz ise susuyoruz, hiçbir şey diyemiyoruz. İkimiz balkondayız, havai fişekler patlıyor ve ikimiz göğe kendimizi bırakıyoruz."

 Evden ayrıldıktan sonra kendimi yine Crewdson’un “Alacakaranlık”ını andıran geceye bıraktım. İçimde gecenin çınayazına eşlik eden tuhaf bir hüzün vardı. Yürüdüm, yürüdüm ve yine yürüdüm. Önce Jadore'de çikolatalı tatlı yedim, sonra Mandabatmaz'da Türk kahvesi içtim. Cebimde kalan son para ile nostaljik tramvaya binip bir başıma Çiçek Pasajı'na dalmayı, sabaha kadar orada insanları izleyerek bir büyük şişe rakı içmeyi arzu ettim.

  Tramvay yanımdan geçerken “Bir kere asılamadım şuna,” diye geçirdim içimden. Tabutumun bu tramvayın içinde taşındığını, Beyoğlu’nun kabadayılarının, keşlerinin, fahişelerinin, pezevenklerinin boyunları bükük, cemaat halinde bu tramvayın peşinden yürüdüğünü, travmaya asılan imamın “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna cemaatin, hep birlikte ve aynı anda sol yumruğunu havaya kaldırarak “İyi bilirdik!” diye haykırdığını, tramvay durunca tabutumu sırtlayan imamın çıplak bedenimi Tünel'in karanlığına top gibi fırlattığını hayal ettim.

2018 -İstanbul'da Taksim'de bir başıma 

Yorumlar

Popüler Yayınlar