MUSE
MUSE
Arkama döndüm ve derinden gelen müzik sesinin ritmi eşliğinde koşmaya başladım. Meydandaki yürüyen merdivenlerle, oyun salonundaki yarış arabalarıyla, sensörlü giriş kapılarıyla, hazır kahve makineleriyle yarıştım adeta. Sakil duran kıyafetlerden, koku yayan mağazalardan, yürüyen rengârenk poşetlerden, konuşan minicik telefonlardan, yalp yalp eden alaca ışıklardan, uğultulu insan yığınından kaçarak sessiz koridorlara sığındım. Geçilmez denen kapılardan geçtim, binilmez denen asansörlere bindim. Kimsenin yerini dahi bilmediği aynasız, kara asansörlerle önce alışveriş merkezinin zeminine, sonra ta temeline, çingen çocukların maç yaptığı, Zati’nin remil attığı kum sahasının orta yerine bir başıma indim. Güneş renginde top; çalı bacakların, kara ayakların arasında bir o yana bir bu yana giderken sekmenin üzerinde oturup kumda remil atmakta olan Zati'ye, yıllar önce yazdığım film senaryolarını göstermeye yeltendim. Kumdaki şekillerden geleceğimin çok parlak olduğunu anlayan Zati’nin, buna gerek olmadığını gülümseyerek bana ima etmesiyle arkamda duran güzel muhabir kadının, “İlhamınızı nereden buluyorsunuz?” sorusuna cevap vermeye koyuldum: “ Yürümek, yalnızca yürümek!.. Bir gölge gibi önünden ilerleyen ilhamın her attığın adımla bir parçasını yakalamak; fakat hiçbir zaman büsbütün ona sahip olamamak. Tanrı vergisi olmayan, hatta bizzat tanrının kendisi olan; peygamberlere peygamberliği, tanrıyı öldürenlere ölümü tattıran; insana, hayvana, en ufak zerrelere, denize, dereye, sisli tepelere; mağaradaki gölgeleri izleyenlere, göğe bakıp öylece düşünenlere, avuçlarını beş vakit dua için açanlara, içki şişelerini her gece sımsıkı tutanlara varoluşun güzelliğini yaşatan; kimisinin peşinde koştuğu, kimisinin yakaladığını sandığı, kimisinin ise varlığından haberdar dahi olmadığı, hatta şuan içerisinde bulunduğumuz kumlu, aynasız, kara asansörü bile bir şekilde hareket ettiren o yüce ilhama büsbütün sahip olamamak.

Yorumlar
Yorum Gönder