MERCAN

 MERCAN



    “Bekleyip görememek mi, görüp konuşamamak mı, konuşup reddedilmek mi?” dedi Mercan. Sağında ve solunda oturan iki adamdan yalnızca biri bu soruyu duyunca heyecanlandı. Yanındakilere aldırış etmeden konuşmasını sürdürdü: 
    “ Yıllar önce bana yeniyetme bir çocuğun sorduğu bu soruyu şimdilerde farklı yorumluyorum. Bence burada tinsel bir eylem var. Yani beklemekten kasıt Tanrı’yı beklemek, onu bulmaya çalışmak; görmekten kasıt onu bulup yahut bulamayıp bunu kimseye anlatamamak ya da bunları bir şekilde anlatıp toplumdan sert bir karşılık bulmak…” 
    Sağındaki daha önce bu konuyu konuştuklarında verdiği cevabı hatırladı. Mercan da bunu hatırlamış olacak ki başını ona çevirdi. “Bence tinsel değil bu soru ama eğer öyleyse ben görüp konuşamamayı seçerim. Düşünsene bir bilim adamısın, Tanrı’nın yokluğunu ispat ediyorsun fakat bunu kimseye anlatamıyorsun.” Mercan bir an olsun ondan bakışlarını ayırmıyordu. Gerildi. Mercan’la konuşurken kendini bambaşka biri gibi hissediyordu. Konuşmasını sürdürdü: 
    “Kimse sana inanmayacaksa toplumdan dışlanmanın ne faydası var? Haksız mıyım İsa?” 
    İsa, Mercan’ın bu tarz sorularından bazen çok sıkılıyordu. Soğuk bir şekilde cevapladı: 
    “Eğer dediğin gibi bir bilim adamı olsaydım ve Tanrı’nın yokluğunu ispatlasaydım ne olursa olsun bunu insanlara anlatırdım. Gerçeği bilmeye herkesin hakkı var.” 
    Gökyüzüne bakan Mercan gülümsedi. Güneş gözlerini yakıyor ama bakışlarını ısrarla gökyüzünden ayırmıyordu. 
    “Gerçek mi? Yalnızca senin bildiğin başkasının bilmesinin mümkün olmadığı şeye sen gerçek der misin?” 
    “Derim tabii. Gerçek gerçektir.” 
    “Gerçek gerçek midir?” 
    “Evet öyledir.” 
    Doğruldu ve ayaklarını topladı. Sağındakinin ve solundakinin örtüleri kırıştığından kalçası kumun üzerinde kaldı. Aldırış etmedi. İnce, beyaz bacaklarındaki kum tanelerini temizledi. Sinirlendiği zamanlarda yaptığı gibi saçlarını hışımla toplayıp sol tarafa savurdu ve İsa’ya döndü. 
    “Peki, hamile kalıp kürtaj yaptırmış olsam hayatım boyunca bunu kimseye söylemesem sence bu gerçek olur mu?” 
    “Bu ne demek şimdi?” 
    “Ne demekse o demek!” 
    “Mercan!.. Hamile misin yoksa?” 
    İkisini de teskin etmek için ayağa kalktı. 
    “Arkadaşlar, lütfen sakin olur musunuz?” 
    İsa biraz olsun durulmuştu. Mercan ise öfkesinden hiçbir şey kaybetmemiş, sessiz fakat yırtıcı bakışlarını İsa’nın üzerinden çekmemişti. 
     “Bir insanı öldürmek, öz evladın bile olsa bir insanı öldürmek gerçeğe yapılmış en büyük ihanettir.” dedi İsa. 
    “Peki, kendini öldürmek?” 
    “O da aynı şekilde.” 
    “Gerçek dediğin bir kadının bacakları arasından mı doğdu ki oradan çıkmadan ölsün?” 
    “Gerçek dediğin bir erkeğin…” 
    “Arkadaşlar, arkadaşlar!.. Biz buraya eğlenmeye geldik.” 
    Bu sefer ikisinin arasına girdi ve onları omuzlarından kavradı… Sakinleşmişlerdi. İsa istifini bozmadan güneşlenmeye devam etti. Mercan sağdaki örtüye geçip uzandı. O ise ikisinin arasından ayrılıp denize doğru yürüdü. 

    Öğle vaktiydi, yazın ortasıydı ama yine de denize girince üşüdü. Gerçekten hamile miydi? Düşünmek istemedi. “Peki, tüm o gerçek muhabbetine ne demeli?” Onlar gibi değildi, basit bir sinema öğrencisiydi. Oysa onlar felsefe okuyorlardı. İlkokulda öğrendiği, üzerinde hiç düşünmediği kavramları saatlerce tartışıyorlardı. Üşümesinin sebebi pekâlâ bu hararetli tartışmaların sonunun tatlı bittiğini bilmesi olabilirdi. 
    Yalnızlıkların birinci aşkların üçüncü kişisiydi. Bunu bildiğinden onların yanında hep buna uygun davranırdı. Çekip gitmenin asaletini yaşamak ister ama Mercan’ın güzelliği her daim buna karşı koyardı. 
    Sahi, gerçek neydi?.. “Hayatta sadece tek bir gerçek yok!” repliğini hatırladı ve gülümsedi. Hayatta binbir gerçek olduğunu, bu binbir gerçeğin görünmez bağlarla birbirine bağlı olduğunu düşündü.     Kafasını suya sokup çıkardı. Yüzmüyor, kendini denizin sakinliğine bırakıyordu. Tekrar kafasını suya sokup çıkardı. Damlalar uzun saçlarından süzülüp cılız vücuduna doğru akarken karşısında duran gerçeğine baktı. 
     “Onun gibi olmak isterdim.” demişti. “Herkese beni görmek istedikleri gibi görünmek isterdim: Çocuğuma şefkatli anne, kocama mazbut bir eş, anneme ve babama hayırlı bir evlat, devlete bilinçli bir yurttaş gibi görünmek... Kendim olamazdım belki ama en azından böyle yaşamak çok daha kolay olurdu. Çevrendekileri mutlu etmeden mutlu olabilmek öyle zor ki! Sen de bu yollardan geçmişsin, sen de bunları yaşamışsın. İçindekileri söküp atmak kolay olmuyor. Ama ben başardım. İçimdeki kutsalı, bu yaşıma kadar inandığım, beni iyileştireceğini sandığım kutsalı öldürdüm.” 
    “İnsanların inandığı aşk diye bir kavram var.” demişti. “Bence aşk, karşındakinin seni görmek istediği gibi görünmekten başka bir şey değil. Sevgiline seni görmek istediği gibi görünmek, Tanrı’ya seni görmek istediği gibi görünmek... Peki ya öyle görünmek istemiyorsak? İşte ben, bu yüzden içimdeki kutsalı öldürdüm. İçime girene kadar onu fark edemedim, anlayamadım ama içime girince, beni görmek istedikleri o sahte gerçeği içimde hissedince onu öldürdüm. “ 
    “Yıllar önce yeniyetme bir çocuk bana aşk mektubu yazmıştı.” demişti. “Bu mektubun içindeki soruyu cevaplamamı istiyordu. Cevaplamadım. ‘Bekleyip görememek mi, görüp konuşamamak mı, konuşup reddedilmek mi?’ yazıyordu. Salt safça, maddi bir aşka ait olan bu soruyu şimdilerde farklı yorumluyorum: Tanrı’yı beklemek, onu görmek ya da hissetmek, reddedileceğini bile bile insanlara onun varlığını anlatmak. Eskiden olsa görüp konuşamamayı seçerdim. Kimseye bahsetmeden onun varlığını içimde hissetmek, onun istediği biri gibi olamasam da beni affedeceğini bilmek isterdim. Şimdi ise tereddütsüz beklemeyi seçiyorum. Ona karşı olan inancımı yitirdim. Yalnızca beklemek istiyorum. Çünkü bence beklemek gerçeğin en saf tanımı. Beklemek benim fahişe olma ihtimalim, anne olma ihtimalim, ışıkların içinde parlayan bir star olma, üç odalı evin içinde çocukların peşinde koşma ihtimalim. Beklemek senin yönetmen, okulu bitirince öğretmen ya da kanalizasyona düşüp ölme ihtimalin. Beklemek bizim öpüşme ihtimalimiz, kampüsten el ele çıkıp boğaz kenarında dolaşma ihtimalimiz. Beklemek aslında her şey, tüm ihtimalleri kapsayan insanların farkına varamadığı her şey.”

       Denizden çıkıp gerçeğine doğru yürüdü. Her zaman olduğu gibi tekrar yakınlaşmışlardı bile. Onun geldiğini fark etmediler. İsa, Mercan’ın ellerini sıkı sıkı kavrıyor; Mercan ise ona acı acı gülümsüyordu. Yanlarına uzandı ve “Keşke fotoğraf makinem yanımda olsa da birisi tepeden, dik kadrajla üçümüzü birden çekse” diye düşündü.

                                                                                                                                             30.08.2021 
            

Yorumlar

Popüler Yayınlar